28 Ocağını 29’a bağlayan gece Suphi ve yoldaşları Karadeniz’de TC’ nin kanlı tarihine ilk cemre oldular. 101 yıl önce Komünist kıyımını gerçekleştiren Kemalist Ankara hükümetiydi. Bugün hala cadı avı misali 15’lerin yolundan giden Bolşevikleri aynı cendere ye mahkum ederken; Ezilen halkların mücadelesi de direnerek devam ediyor. Ve ölümsüzleşen yoldaşlarımızın tarihsel mirasının izinden adımlarımızı atarken, onları mücadelemiz de yaşatacağız.

”TKP’nin yoldaşlarıyla birlikte katledilen ilk Merkez Komitesi Başkanı Mustafa Suphi,1882’de Giresun’da doğdu. Babası Ali Rıza Bey, çeşitli illerde valilik görevleri üstlenmiş üst düzey bir Osmanlı bürokratıydı. Suphi yüksek öğrenim için Fransa’ya gitti. Burada Jön Türklerle tanıştı, gazetelerde yazılar yazdı. Paris’teki siyasal bilimler öğrenimini 1910’da tamamladıktan sonra İstanbul’a döndü, gazeteci ve öğretmen olarak çalıştı. Bu arada önce İttihat ve Terakki Partisi içinde yer aldı. 1912’den sonra da ”Pantürkizmi“ savunan Milli Meşrutiyet Fırkası’na katıldı. 1913’de Mahmut Şevket Paşa’ya yönelik suikasttan sonra ittihatçıların başlattığı muhaliflere yönelik baskılar sonucu partinin önde gelenleriyle birlikte Sinop’a sürgüne yollandı.

1914’te oradan Kırım’a kaçtı. Daha sonra Bakü ve Batum’a gitti. Osmanlı İmparatorluğu da savaşa girince düşman ülkenin tebaası olduğu için tutuklandı ve esir kampına gönderildi. Urallardaki kapta Marksist fikirlerle tanıştı. Burada Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne, Bolşevik Partisi’ne katıldı.

1917 devriminin ardından Moskova’ya gitti. Burada da parti içindeki Tatar-Başkırt devrimcileriyle birlikte Yeni Dünya gazetesini çıkardı.10 Eylül 1920’de çeşitli bölgelerden gelen 75 delegenin katılımıyla Bakü’de Türkiye Komünist Fırkası’nın 1’nci kongresi toplandı ve TKP kuruldu.

TKP’nin Merkez Komitesi Başkanı olan Suphi, Ankara hükümetiyle işbirliği yapma ve Türkiye’deki komünist harekete yön vermek üzere bir grup parti yöneticisiyle birlikte 28 Aralık 1920’de Anadolu’ya geçti. Ankara’ya gidip, Kemal Paşa ve yönetimindeki hükümetle görüşmeyi hedefliyorlardı. Kars’ta Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa tarafından karşılanan heyet uzun süre burada bekletildi. Kemal Paşa’nın Ankara’ya gönderilmemeleri talimatı üzerine, Erzurum – Bayburt – Gümüşhane – Maçka üzerinden, günler süren zorlu bir yolculuk sonucu Trabzon’a gönderildiler. Yolda idari, askeri yöneticilerin, yerel liderlerin, din adamlarının kışkırttığı kalabalıkların engellemeleri, baskı, hakaret ve eziyetleriyle karşılaştılar.

28 Ocak 1921 akşamı Trabzon’da doluşturuldukları bir taka güya Batum’a gitmek üzere denize açıldı. Trabzon ya da Sürmene açıklarında, arkadan gelen ikinci teknedeki bir grubun saldırısına uğradılar. Bir bölümünü süngülenerek öldürüldü, bir bölümü elleri ve ayakları bağlandıktan sonra, denize atılarak öldürüldü. Bindirildikleri taka 29 Ocak’ta Trabzon’a boş olarak döndü.”

Suphi ve Yoldaşlarının mirası bugün bizler açısından varlığımızın ilk feneridir.

Suphi ve 14 Yoldaşımızı ve TKP’nin ( Türkiye Komünist parti) Kadın üyesi Meryem (Maria) Suphi’yi anarken; Nazım hikmet’in kaleminden Suphi’leri hissetmek ve tarihsel süreci içselleştirmenin berraklığıyla:

”-Ne bakıyorsun iki de bir?

– Peşimizde adam var mı diye.

-Peşimizde niye adam olacak?

-Bolu’da yediğimiz haltlardan, Ayın-Pe’nin haberi olmadı mı sanıyorsun? Beni iyi dinle, Ahmet,(sesini kıstı) Mustafa Suphi’leri öldürdüler.

-Kim bu Mustafa Suphi’ler?

-Türk Bolşevikleri.

-Nerde, nasıl öldürdüler? Niçin öldürdüler?

-Bolşevik oldukları için.

Çamlık bir tepeye gelmişiz. Yusuf:

-Rusya’dan çağırmış adamları Mustafa kemal, dedi.

Suphi esir kalmış Rusya’da, sonra Bolşeviklere katılmış. Aralarında İstanbul’dan gelenlerde varmış. Bakü’de bir kongre mi ne yapılmış da, onun için gitmişler oraya.

– Sonra ?

-Davetiyeyi alınca Mustafa kemal’den, gelmişler sınıra. Kazım Karabekir Paşa karşılamış.

Çamların altında oturduk. Hava bir güzel. Karadeniz’den bir de yel esiyor, püfür püfür.

– Erzurum’da hacılara, hocalara, ite, köpeğe, ”Muhafazayı Mukaddesat Cemiyeti” diye galiba bir Cemiyet kurdurmuşlar.

Daha şehrin kapısında namusuzlar yuhalamış, taşa tutmuşlar Suphi’lerin yaylılarını. ”Camilerimize eşek bağlayacaklar!” ”Karılarımızın başlarını açacaklar!” ”Bize şapka giydirecekler! diye bağırırlarmış. Karabekir de, silahlarını alıp Trabzon’a sevketmiş Suphi’leri.

Karadeniz sağa, sola, ileriye bomboş uzanıp gidiyor alabildiğine. Ne bir vapur dumanı, ne bir yelken.

– Burada hepsini, Değirmendere’de, geceleyin, bir motora bindirmişler. Ocak ayının 28’inde oluyor bu iş. Burada bir Yahya Kahya var, kayıkçılar kahyası, it mi it. Topal Osman’ın adamı Kemal’in muhafız kumandanının. Suphi’lerin motoru az açıldıktan sonra, Yahya Kahya adamlarını başka bir motora yüklüyor. Bunlar Sürmene açıklarında rampa ediyor öteki motora. Suphi’ler 15 kişiydi diyorlar. Suphi karısını da getirmiş. Karı Rus. Boğuşma iki saat kadar sürmüş, diyorlar. Bir aralık Suphi bir tüfek geçiriyor eline. Tam ateş edecek, Trabzon’un itlerinden Faik adında bir hergele, arkadan, ensesinden, tabancayla vuruyor Suphi’yi. Ötekileri de bıçaklayıp, boğup, ayaklarına taş, demir bağlayıp denizde atıyorlar. Rus kadınını Trabzon’a getirmişler. Güzel kadınmış. Yahya’nın evinde hapis. Burada, bu iş üstün, bir şeyler olacak diye korkuyor hala Ankara.

– Trabzon’da Komünist var mı ?

– Bilmem. Ayın-Pe tetikte

Karadeniz hep öyle bomboş, apaydınlık yayılıp gidiyor.

*********

Mustafa Suphi’nin resmini ilkönce Batum’da gördüm.

Moskova’da iki üç kere, karakalem büyüttüm. Gözlüklü, pensne gözlük, posbıyıklı. Yeryüzünde en çok çok saydığım, daha önemlisi, sevdiğim adamlardan biri.

Batum’da, parkta dolaşıyorum. Karnım aç. Bir iki milyon rublem var. Bavulu da sattım geçen hafta. Deri sanıyordum, muşambaymış. Sinemanın yanındaki çaycıda, sakarinle değil, kıtlama şekerli bir çay içsem. Denizin şamatasını duyuyorum. Çırılçıplak yatan kadınlara gidip bakmaya üşeniyorum. Dün gece plajdaydım. Gökyüzü de kapalı. Ilık karanlıkta deniz yakamozlu, durgun. Aklımda fikrimde Suphi’lerin öldürülmesi. Beni Batum’a getiren vapur, Sürmene açıklarından geçerken karşı kıyılara baktım. Yeşil tepeler; kumsal, ağaran evcikler. Bizim Karadeniz kıyılarından bir kıyı. Suphi’lerin motoru geceleyin geldi bu kıyıların önüne ve pır pır eden ışık parçacıklarını gördüler yalnız. Belki de görmediler. Belki de buram buram kar yağıyordu. Deniz durgun muydu, dalgalı mı? Motorun tayfası, teknelerindeki yolcuların öldürüleceklerini biliyordu. Bunu bile bile, sanki hiçbir şey olmayacakmış gibi konuştular mı onlarla? Belki onlara tütün ikram ettiler, belki cigaralarından yaktılar cıgaralarını. Suphi’ler neler konuştu kendi aralarında? Öldürüleceklerini getirmediler mi akıllarına? Yoksa sezdiler mi? Ne zaman? Erzurum’da, Hükümet Konağı’nda tabancaları alınınca mı? Belki de Erzurum kapılarında yaylıları taşa tutulunca kuşkulandılar?

Kâzım Karabekir Paşa, ölümlerini bir savaş panı gibi hazırladığı insanlarla konuşurken, kıs kıs gülüyor muydu içinden? Artık biliyorum: Paşa, Ermeni taşnaklarını Suphi’nin Rusya’daki Türk esirlerinden kurduğu Kızıl Alayın yardımıyla yendi. Ömrünün sonuna kadar övüneceği bu zaferi Suphi’yle arkadaşlarına borçluydu, öldürülsünler diye Trabzona yolladığı adamlara. Suphi’ler Trabzon’a gelince hapis mi edildiler? Bilmiyorum. Hapis edildilerse sezmişlerdir. Ama, edilmedilerse? Sürmene açıklarında arkalarından hızla yaklaşan motoru görünce ne düşündüler? Cephane almak için Batum’a gittiğini mi? Yoksa arkadaki motor, kar karanlığından fırlayıp ansızın mı belirdi bordalarında? Ama gürültüsünü işitmişlerdir. Belki de işitmediler, dalgaların ve kendi motorlarının şamatasından. Ama işittilerse, “Ankara’dan emir geldi, özür dileyip bizi çağırıyorlar,” diye geçti mi akıllarından? Yoksa gelenin ölüm olduğunu anladılar mı? Halkımın yetiştirdiği en akıllı adamlardandılar. Yalnız en akıllı değil, en yiğit, en Türk. Topraklarımızı, bu topraklarda yaşayan yarı aç, yarı tok ve sıtmadan kırılan ve trahomdan kör olan ve çaputlar içinde dolaşan ve ufacık öküzleriyle taşlı tarlaları süren ve dört yıl, dört cephede, bit içinde kanını döktükten sonra yeni yeni cephelerde dövüşen halkımı kim sevdi onlar kadar? İnsandaki güzele, iyiye, umuda kim inandı bizde onlar kadar? Suphi’nin yüzünü görebiliyorum, bir onun yüzünü, ötekilerinki dumandan. Öldürülecek olanların göğüslerini, boyunlarını, sırtlarını görüyorum, ama yüzleri dumandan. Öldürecek olanların ellerini, tüfeklerini, tabancalarını, bıçaklarını, urganlarını görüyorum, hatta bıyıklarının altında çarpılan ağızlarını. Gözümün önüne Trabzon itlerinden Faik’in tabancası geliyor. Faik’in yüzünü de görüyorum. Gaga burunlu, esmer ve elini görüyorum. Suphi’nin ensesine sıkıyor tabancayı. Suphi’nin elinden düşen tüfeği gördüm. Suphi bordadan denize devrildi. Ama belki denize devrilmedi de güverteye düştu ve ayağına demir bağlıyorlar işte. İşte denize atıyorlar. Ötekilerden önce. Ötekiler. Birinin adını biliyorum: Nejat. İstanbullu. Öğretmen. Motor teknesinde makine durdu mu, durmadı mı? Bir motor teknesinde, yalın ellerle, öldürmeyi bilmeyen ellerle, bıçaklı, tüfekli, tabancalı, urganlı ve öldürmeyi bilen ellerin iki saat boğuşmasını, bütünüyle gözünün önüne getiremiyor insan. İstanbullu Nejat’ın yüzünü değil, boynunu görüyorum. Boynuna halatla bağlanmış taşı. Denize attılar Nejat’ı. Belki sağdı daha, ağır yaralıydı. Karşı kıyıda pır pır eden ışıkları görüyorum. Açılıp kapanan karanlık suların şakırtısını işittim, işitiyorum. On beş kere açılıp kapandılar.”

15’ler Ölümsüzdür.

Yaşasın Devrimci Mücadelemiz.

Selam Olsun Ölümsüzleşenlerin İzdüşümünden Yürüyenlere

Derleyen: SYM Kolektif

Kaynak:

Nazım Hikmet Ran, yaşamak güzel şey be kardeşim romanından

Birgün gazetesinde çıkan Mustafa Suphi ve yoldaşları 100 yıl önce bugün katledildiler: 15’leri kim öldürdü? Gürsel Köksal makalesinden yararlanılmıştır.