21. yüzyılın demokrasi anlayışı, egemen sınıflar için geçmişten bugüne değişmeyen araçlardan birisidir. Bunun içerisinde, devlet ve onun organları vardır. Demokrasi içerisinde sınıflar devleti, devlet farklı idare biçimlerini yaratır. Ve bu demokrasiye egemen olanlar: oligarşi, kral ve burjuva sınıfıdır. Demokrasi içerisinde ezilen sınıfın yönetimde olma ihtimali hiç yoktur. Çünkü mekanizma emeğin hakkı için çalışmaz. Emeğin gücü bazı demokratik haklar kazanır. Ya da Komünist parti öncülüğünde, bu yapıyı aşamalarla tasviye eder. Demokrasi sistemi azınlık bir gurubun iktidarına hizmet eder. Örneğin; bugünkü Amerikan “demokrasisinde” olduğu gibi, iki parti ikisi de hiçbir emekçiyi sahiplenmez. Bir cephesi, güçlü oligarşi yapının finans yapısını oluştururken diğer yapıda zengin burjuvazinin finans yapısını oluşturur ve haklarını savunur. Bu demokrasi anlayışı köken itibarı ile aristokrasi ve burjuva sınıfının yarattığı bir mekanizmadır. Bu mekanizma üretim araçlarına hâkim olanları, özgür yurttaşlardan korumak, özgür yurttaşları da kölelerden korumak için var olmuştur. Bugün de bu durum hâlâ devam etmektedir.

Bu duruma en yakın verilebilecek örneklerden bir tanesi, Mültecilerdir. Onlar Avrupa’ya göç eden modern kölelerdir. Demokratik hakları yoktur. Ve göç ettikleri ülkelerde ucuz iş gücü oldukları için onları etkileyecek yasalarda veya iş koşullarındaki gelişmelerde söz hakları yoktur. Böylelikle göçmen olmayan işçininde yoksullaşmasına neden oluyor. Göçmen işgücünü ve yerli işgücünü birbirlerine yabancılaştıran kapitalistlerin neden olduğu yoksullaşmayı göçmen emekçilerine yıkarak emekçilerin çelişkilerinden yararlanıyorlar. İki emekçi sınıfın ortaklaşmasına ( İkisi de aynı sınıftadır) karşı, faşist grupların oluşmasına tolerans göstererek, emekçilerin birbirlerine yabancılaşmasını sağlıyor.

Bu sömürünün tarihi, ilkel demokrasinin yani Atina demokrasisinin kökeninde yatıyor. Ve onun ilk devlet biçiminde örgütlenmesinde. Günümüze olan yansımalarıyla birlikte, Kapitalist demokrasinin gelişim boyutuna değinmeye çalışacağız.

İnsanlığın doğada varoluşu kolektif bir şekilde hareket etmesi ile mümkündü: avlanma, korunma, üreme vb. birçok şey insanların ortak hareket etmesine bağlıydı. Bu sayede hayatta kalmak basitleşiyordu. Üretim araçlarının ortaya çıkışıyla birlikte sadece toplayıcı olan topluluklar artık kargı ile avcılıkta yapmaya başlamışlardı. Bu materyalin gelişmesi ile topluluk içerisinde hiyerarşik bir yapı oluşturmuştu. Bu da görev dağılımını getirmiştir. Birlikte yaşamanın koşulları için emeğin ortaklaşması gerekmekteydi. Avcılığı genellikle erkek yaparken, toplayıcı ve küçük avlarda kadının sorumluluğu vardı. Bu durumun nedenlerinden bir tanesi kadının emzirme ve doğum sürecinin oluşu ve bir çocuğun uzun bir büyüme gelişimiyle birlikte eğitim süreçlerinin yarattığı bir özgül koşuldu. Topluluklarda bilgi aktarımını genç nesillere kadınlar yapardı. Mülkiyet kavramı yoktu. İhtiyarlar toplulukların zanaatkarlarıydı: Kargı vb. aletleri yapma konusunda komüne katkı sağlardı. Bu süreç içerisinde toplumların gelişimi araç ve gereçlerin gelişmesiyle birlikte, insan nüfusunun artmasına ve doğa içerisinde insanların en güçlü canlı olmasına yol açmıştı.

Gittikçe büyüyen nüfus ve gelişen alet yapma teknikleriyle, topluluklar bölünmeler yaşamıştır. Daha sonraları üretim araçlarında bireyselleşmelere yol açmıştır. Bu süreçler içerisinde doğa koşullarının yarattığı kıtlıklar ve av azlığı toplulukları göçe zorlamış bu göç ile insanlığın yeni yöntemler geliştirmesine vesile olmuştur. Göçebe tarımın gelişmesi ve bundan sonraki gelişen üretim araçlarının (teknolojinin) koşuluyla birlikte, göçebe tarımdan yerleşik tarıma geçilmiştir. Bu süreç içerisinde kabile içerisindeki hiyerarşik yapı,

(İş bölünmelerindeki görevliler) yerleşik yaşamla birlikte yönetici güçler haline gelmişleridir. Bu süreçler içerisinde emeğin sömürüsüyle hâkim sınıflar ortaya çıkarak; yönetim biçimleri soy ve klanlara dayalı tiranlıklar ortaya çıkmıştır. Bu gelişimin içerisinde kabileye dayalı yapı korunmuştur.

Kabile içerisinde de klanların çatışmaları, emeğin yarattığı fazla (artık) ürüne hükmetme süreçleri yaşanmıştır. Kabileden doğru devlete gelişim barbarlığın üst aşamalarında gelişmiştir. Emeğin en derin sömürüsü, insanın köleleşmesini ve üretim aracı olmasına neden olmuştur. İnsanın üretim aracı olmasıyla birlikte insanlığın gelişimi de hızlanarak uygarlıkları ve medeniyetleri ortaya çıkarmıştır. Bu Uygarlıklar insanların arasında sınıf farklılıklarının yönetilmesi için araç üretmeye sevk etmiştir. Artık yönetici gruplar için, kabileci yöntemler cevap olmadığı gibi yok oluşları da beraberinde getiriyordu. Köle- Vatandaş- Aristokrasi ve Tiran arasındaki çelişkilere karşı yeni bir yöntem ihtiyacı vardı. Bu ihtiyaç ilk Tiranın haklarını Aristokrasiden, Aristokrasinin haklarını Vatandaştan ve Vatandaşın haklarını da Köleden koruyacak bir yönetim biçimi olarak, demokrasi ortaya çıktı.

Peki demokrasi nedir? Demokrasi nasıl oluşmuştur?

Demokrasi insan emeğinin sömürüsünün çelişkisiyle ortaya çıkmış egemen sınıfların yönetimi yani devletin biçimidir. Atina demokrasisi bunun canlı bir örneği olmuştur. Gelişen Atina ekonomisine bakmamız gerekmektedir. Atina deniz ticareti sayesinde gelişen bir şehirdi: Fenikelilerden öğrendikleri deniz ticareti ile Yunanistan’da deniz ticaretine egemen olmuşlardı. Önemli ekonomik kaynaklarından bir tanesiydi. Ve tarım olarak elverişli bir yerdi Attika; Atina, Attika’nın başkenti olarak sayılabilirdi. Atina klan ve birkaç fratri ile yönetilmekteydi. Oligark bir düzene sahipti. Önemli üç klanın egemenliği altında, deniz ticaretiyle zenginleşmişti. Tarım için elverişli topraklara sahipti; zeytin, buğday ve vb. birçok ürün bu topraklarda yetişebiliyordu. Topraklar küçük çiftçi-özgür yurttaşlarındı. Büyük toprak (klan haklarının yarattığı koşullar) sahipleri, sınırsız bir şekilde köle emeği kullanarak büyük gelir sağlamaktaydılar. Bu alanlardaki sömürü çarkına hâkim olan Klanlar Atina’da yönetime sahip olmuş, Aristokratlara dönüşmüşlerdi. Ve Oligarşi bir yapı kurmuşlardı. Bu Oligarşi yapı tiranlıklar ile destekleniyordu. Dönem, dönem, isyanlar olmuşsa da oligarşi sistem, egemenliğini ve kazançlarından hiç zarar etmemiştir.

Atina sistemi sınıflı bir yapıya sahipti: Eupatridai (aristokratlar), Geomoroi (çiftçiler), Demiourgoi (zanaatkarlar) ve Kölelerden oluşmaktaydı. En kalabalık sınıf Kölelerdi ve hiçbir hakları yoktu. Onlar üretim araçları olarak görülmekteydiler. Kadınlarında hiçbir hakları yoktu. Köle sınıfının bir üstünde yer alıyorlardı.

Aristoteles, ilk Atinalıların dört kabilede örgütlendiklerini, her kabilenin üç fratriden (kardeş klanlar) her fratrinin otuz klandan, her klanın da otuz kişiden oluştuğunu söylüyor. Yunanlıların birçok savaşta da kabile ve soy üzerinden savaş pozisyonu aldıklarını bilmekteyiz. Atina kabile sisteminin yarattığı kurallar ve geleneklere göre yönetilmekteydi. Klanların hiyerarşik bir yapısı vardı. Bu ticaretin ve tarımın gelişmesiyle birlikte değişmeye başlamış: Atina’nın deniz ticaretinde önemli noktaya gelmesiyle birçok zanaatkarı ve yabancıyı Atina’ya göç ettirmiştir. Bununla birlikte şehirde yabancı zanaatkârlar grubu oluşmuştur. Diğer yandan tarımın gelişmesiyle köle ihtiyacı artmıştır. Küçük çiftçi yurttaşların köle sahibi olması sınırlı sayıdaydı. Ve diğer büyük toprak sahipleri ise klan ayrıcalıklarının yarattığı koşullarıyla sınırsız sayıda köleye sahip olabiliyordu. Küçük çiftçi yurttaşların rekabet etmesi zorlaşıyordu.

Doğal afetlerinde yarattığı tahribatlar ekonomik krizlerle sebebiyet oluyordu. Büyük toprak sahipleri tefecilik yaparak krizler içerisinde kalan yurttaşların topraklarını ipotek ediyor ve yurttaş ödeyemediği zaman toprağına el koyuyordu. Bununla beraber özgür yurttaşın köleleşmesiyle sahibi oluyordu. (İpotek bu dönemde gelişmişti) Oluşan bu durumlar kabile ve klan sistemini de çözülmeye başlatıyor, sınıf mücadelesine zemin hazırlıyordu. Bu çelişkinin yarattığı durum aristokratlar için ciddi bir tehlike arz ediyordu. Özgür yurttaşın köleleşmesi ile isyanların gelişmesine zemin hazırlıyordu.

Köleler birçok etnik gruptan gelmekteydi. Köle tacirleri de birçok etnik gurubu karıştırıyor ve böylelikle birbirleri ile anlaşamayan kölelerin isyan etmesi mümkün olamıyordu. Diğer yandan Yunan dilinin diyalektik oluşu da bunu etkiliyordu. Fakat durum değişmekteydi. İyi bir eğitim almış Atinalı özgür yurttaş köleleşiyordu. Ve bu duruma karşın Aristokratlar zenginleştikçe zenginleşiyorlardı. Diğer şehirler ile yapılan savaşlar, özgür yurttaşları yormuş ve iyice fakirleştirmişti. Nüfus ciddi anlamda değişmiş 400 bine yakın Köle’ye karışın 21 bin yurttaş bulunmaktaydı.

Sistem tıkanıyor ve isyanlar başlıyordu. Bu süre içerisinde herkesin saydığı klan soyundan gelen Solon ‘un önderliğinde, özgür yurttaşlar aristokrasiye karşı mücadele ederek başarı sağladılar.

Ve bu başarının adı demokrasi kazanımıydı. Solon iki sınıf arasındaki çelişkileri çözmenin en iyi aracını kullanmaktaydı yani demokrasiyi kullanarak özgür yurttaşın sahip olduğu mülkiyeti ve onun köle olmaması üzerine büyük haklar kazandırdı. Bu haklar barbarlığın üst aşamasında gerçekleşmesi gereken bir sınıf çelişkisiydi.

Aristokratların, yurttaşların mallarına çökmesi durdurulmuş, yurttaşlar yasalar ile artık korunmaya alınmıştı. Köle olması yasaklanmış, mülkiyetine barbarca el konulması engellenmişti. Demokrasi ile oluşan meclisler ve bu meclislerde çoğunluğu artık özgür yurttaşlar sağlıyordu.

M.Ö 594’te eski yapı, teknolojinin uzun bir gelişimiyle (demir çağına geçilmesi) ve insan emeğinin araç olarak kullanılması ile daha fazla artık ürün üretmesini sağladı. Toplumların birbirleri ile ticaretler yapmasıyla, metaları mübadele etmeye ve uygarlığa doğru adımlar atmasını sağlamıştı. Hepsinin başlıca iki nedeni gelişen demir teknolojisi ve insan emeğiydi. Bu süreç içerisinde Atina’da ilkel demokrasi gelişti, artık eski kabile yönetim tarzının yerine demokrasi ve onun yarattığı ekonomik yapı gelişiyordu. Bu demokrasi Atinalı özgür yurttaşların sömürüye karşın örgütlenmesi sayesinde olmuştu. Fakat bu demokrasi sadece iki sınıfın ortaklığıyla diğer sınıfların sömürüsünü oluşturan bir ittifaktı, askeri ve polisi olan, yürütme ve yasaması olan büyük bir sistemi yaratmıştı, Devleti.

Engels Ailenin, özel mülkiyetin ve devletin kökeninde Atina demokrasisini ele almıştı ve orada şu noktaya iyi değinmektedir:

“Devletin soya dayalı yapılanmanın, kurumlarının kısmen yeniden şekillendirerek, kısmense araya yeni kurumlar eklenmesiyle ve sonunda tamamen gerçek devlet makamlarıyla ikame edilerek nasıl geliştiğini, soylar, fratriler ve kabileler halinde kendini koruyan gerçek ” silahlı halkın” yerini, bu devlet makamlarının hizmetindeki silahlı bir ”kamu gücü’ ‘nün almasını- en azından ilk olguyu- eski Atina’dan başka hiçbir yerde o kadar iyi izleyemeyiz.”

Sadece 30 bin erkeğin oy hakkı vardı Atina’da; Kadınların ve yabancı olan (metics) esnaf ve zanaatkarların ki şehirde ciddi bir nüfusa sahiptiler, bu demokrasiden yararlanamıyorlardı. Köleler için hiçbir şekilde haktan bahsedilmiyordu. Emeğin sömürüsü devam ediyordu. Yine de üst sınıflar kızgındılar eski yapının korunmasını istemekteydiler. İki sınıf çatışıyordu ve Solon aracı olarak görevi üstlendi.

Solon ekonomik açıdan çok zengin bir yurttaş değildi. Ekonomik açıdan orta sınıftandı ama ailesi soy olarak önemli bir klandan gelmekteydi. Bu da onu Atinalılar içerisinde önemli bir insan olmasını sağlamıştı. İki sınıf arasında artan çatışmalara karşın orta yolu bulmasını sağlayacak biri olarak görevi üstlenmişti. Bu görevi üstlenmesini şöyle açıklamakta:

“Evet! Bütün kötülüğü biliyorum: En eski Yunan ilinin çökmekte olduğunu görüyorum, yüreğim derinden, derine sızlıyor. “

Solon ‘un ilk işi özgür yurttaşın köle olmasını yasaklayan yasayı çıkartmak oldu ve bunun akabinde özgür yurttaşların borçları silindi. Vergi sistemini düzenledi.

Memurların yüksek soyluluk ve zenginlik üzerinden seçilmesini kaldırarak kura sistemini getirmişti ve yine 400 kişilik bir meclis oluşturmuştu. Fakat burada da yine eski yapının emareleri vardı. Her kabileden yüz kişi alınmak üzere dört yüz üyelik bir meclis kurdu. Areopagos Meclisi’ni eskiden olduğu gibi yasaların bekçisi yaptı. Bu meclis pek çok ve önemli devlet işini gözetiyor, yasalara aykırı iş yapanları cezalandırıyordu. Areopagos’un para cezası vermek, bir kimsenin elinden yurttaşlık hak ve şereflerini alma yetkisi vardı. Her şey sistemleşmişti; Atina, devlet biçimine dönüşmüştü demokrasi sayesinde. Eski yapının kindarlığı hâlâ devam etmekteydi ve Solondan sonra bir dizi tiranlıklara gebe kaldı Atina ve sonra demokrasi taraftarları tekrar iktidarı ele geçirdi. Eski yapı kendini dayatıyordu ve de demokrasi bu yapıya doğrudan şekillenmeye başladı; eski yapının karakteristik yapısını almak zorunda kaldı. Alkmeonoğlu, Pediaklar, Diakriler gibi birçok klanlar gruplara ayrılmıştı bu ayrışımların akabinde kabileler ve klanlar şeklinde bucak ve köy meclisleri ortaya çıkıyordu bu ayriyeten gelişen ekonominin yarattığı bir durumdu. Aristo şöyle yazmakta Atinalıların devletinde:

”bu nedenlerden, halk Kleisthenes’e güveniyordu. Halk partisinin başına geçmiş olan Kleisthenes, tyrannosların devrilmesinden üç yıl sonra, İsagoras’ın arkhonluğu yılında şu değişiklikleri yaptı: Önce bütün Atinalıları dört yerine on kabileye böldü. Bunu yaparken… Halkı işe karıştırmayı, daha çok kimsenin devlet yönetimine katılmasını sağlamayı düşünüyordu. Sonraları soy listelerinin gözden geçirilmesini isteyenlere karşı söylenmesi gelenekleşen “Kabileleri soruşturmayın!” sözü buradan çıkmıştır. Bundan sonra her kabileden ellişer üye alınmak üzere beş yüz kişilik bir meclis kurdu. Eski meclisin dört yüz üyesi vardı: Dört kabilenin her birinden yüzer kişi alınıyordu. Kabile sayısını on iki yapmamasının nedeni kendi bölümlemesinin eskiden yapılmış olan trittysler bölümlemesine uymaması içindi. Öyle yapmış olsaydı dört kabilenin on iki trittysi olduğundan halkı dilediği gibi karıştırmayacaktı. Ülkeyi bucaklara (demos) ayırarak otuza böldü. Bucaklardan onu kent çevresinde, onu deniz kıyısında, on tanesi de kıyıdan uzak olan içerlek yerlerdeydi. Bunlara trittys adını verdi ve her kabileye üç tanesi düşmek üzere bunları kurayla on kabile arasında bölüştürdü. Bunu her kabilede ilin ayrı üç bölgesinden birer bölümün bulunması için yapıyordu. Babalarının adlarıyla birbirlerini çağırarak yeni yurttaşları belli etmemeleri, bucağa göre adlarını söylemeleri için bucakların her birinde oturanların hepsine o bucağın adı veriliyordu. Atinalıların birbirlerini bucak adlarıyla çağırmaları bu zamandan başlar. Her bucağa bir bucak müdürü (demarkh) atadı. Bunlar eskiden naukrarların gördüğü işlere bakacaklardı. Çünkü bucaklar eski naukrariaların yerlerini tutuyorlardı. Bucaklardan bazılarına bulundukları yerlerin adını, bazılarına efsanenin anlattığı kurucularının adını verdi. Çünkü yeni bucaklardan birçoğunun adı yoktu. Soyları, phratriaları (2) ve rahiplikleri, geleneğe bağlı kalarak, eskide olduğu gibi bıraktı. Kabilelere koruyucuları olacak kahramanların adları verildi. Bunun için önceden seçilen yüz ad arasından on tanesini kâhin kadın Pythi ayırdı. Bütün bunlar olup bittikten sonra devlet yönetimi Solonunkinden çok daha halkçı bir kılığa büründü.”

Solon ‘un demokrasi anlayışının geliştiğini belirtirken eski yapıyı da içerisinde kök olarak ele aldığını da göstermektedir. Demokrasi devlet biçimine iyice oturmaya da başlamaktaydı. Eski yapı yeni kurumların içerisinde değişiyordu. Sosyal yapı da göçlerin çoğalmasıyla değişirken, şehirlere doğru nüfusta artıyordu. Değişim kendi içerisinde barbarca ilerlemekteydi. Fakat bu duruma karşı özgür yurttaşların hareketi barbarlığı durdurmadı: Köle emeği daha fazla sömürülmeye, özgür yurttaşların borçları silindikten sonra sınıf atlamaları ve zenginleşmelerini de beraberinde getirdi. Diğer sınıfların iki sınıf ile sömürülmesini derinleştirerek, göçmen zanaatkarlar ve esnaf ağır vergiye ve emeğinin sömürülmesinde ezildi. Kadının, ana yanlı topluluktan kalan az da olsa hakları; ataerkil toplumun içerisinde yok oldu.

Demokrasi ezilen sınıfa hiçbir gelişim sağlamamıştır. Emeğin sömürülmesi hala kölece devam etmektedir. Ve kadının sömürüsü aynı devam ediyor. Bugün Avrupa demokrasisi (Burjuva demokrasi faşizmin makyajlı halidir.) muazzam haklardan bahsediyor: haklardan, özgürlüklerden bir zümre halkın faydalandığı bu demokrasiden iftihar ile diğer halklara üstünkörü bakıyor ve azarlıyor. Fakat kendi demokrasilerinin yarattığı sömürüyü hiç ele almadan konuşuyorlar. Ve bugün bütün propaganda araçlarına hakimler. Oysa Demokrasileri: insanları savaşlara tutuşturan, halkların topraklarındaki zenginlikleri sömürmek. Ve yönetimlerini istikrarsızlaştırarak, halkları kendi topraklarından göç ettirerek kendi demokrasilerinin içerisinde modern köle olarak kullanıyorlar. Bu vahşeti propaganda araçlarının hakimiyeti ile kapatıyorlar. Atina’daki durumla benzeşmiyor mu acaba?

Birçok açıdan ele almak gerekirse özgür yurttaşların köleleşmesi, askeri ve sosyal yapı açıdan da ciddi krizlere sebep olmaktaydı. Özgür yurttaşlar doğalında Atina şehrinin askerleriydiler. Atina’nın en güçlü olduğu yerde deniz kuvvetleriydi. Gerçekleşen deniz ticareti ile donanması gelişmiş güçlenmişti. Nüfusun üçte birini oluşturan zengin köylü sınıfı ise piyade (Hoplitesler) olarak ağır silahlar ve güçlü ekipmanlara sahip nitelikli birlikler olaraktan savaşçılardı.

Küçük çiftçi-özgür yurttaş Atina’nın halk ordusuydu (milis gücüydü) ve donanmanın en önemli gücü de yurttaşlardı. Dolaysıyla askerî açıdan ciddi bir sorun teşkil ediyordu. Atina ve diğer şehirler çatışmaların içerisindeydiler. Ve deniz korsanlığı ve ticaret alanını korumakta çok önemliydi. Atina askeri olarak deniz gücüyle güçlüydü. Özgür yurttaşın köleleşmesi ile bir güçte azalıyordu. Bu durumda sistem değişikliğini zorlamıştı.

Savaşlar Yunan şehir devletleri arasında ekonomik açıdan sürekli gerçekleşmekteydi. Ve Atina’nın ekonomik büyüklüğü ve demokrasinin yaygınlaşması da diğer şehir devletlerini rahatsız etmekteydi. Spartalılar ve diğer şehir devletleri Atina’ya karşı yavaş yavaş birleşiyordu. Bir değişim diğer bölgeleri de etkiliyordu. Daha sonra Peloponnesos savaşında Atina yenildi. Ve Sparta önderliğindeki koalisyon Atina’yı Oligark bir düzene geri sokmayı amaçladılar. Ve süreç içerisinde demokrasi eski canlılığını da yitirdi.

Atina çok ciddi maden yataklarına da sahipti: Deniz ticareti, Tarım, Zanaatkarlık, Maden yatakları vb. birçok zenginliğe sahipti bu da onun gelişmesini köle emeği ile hızlandırdı. Köle emeği ile bu zenginlikleri ve demokrasisini inşa etti.

Bu süreçler içerisinde 30 yıllık bir oligarşi sistem devrilmiş yüzyıllara dayanan kabile sisteminin yarattığı sosyal yapı değişim göstermeye başlamış, bunların değişimi: insan gücünün araç olarak gelişmesi ve teknolojinin ilerlemesiyle gerçekleşmişti, 200 yıl varlığını sürdüren Atina demokrasisi çevresindeki tüm şehir ülkelerinin yönetim biçimlerini etkilemiş bir sistemin önceli olmuştu. Solon anayasası küçük mülkiyetin korunması dışında halklara pek bir şey sunmamış ve dahası sömürüyü de derinleştirmişti. Yönetim bir azınlığın elindeydi: Kadınlar, göçmenler ve Köleler bu sistemde hakları yoktu bu koşullar ilkel demokrasi olarak ele alınırken. Günümüzdeki demokrasiyi derin bir şekilde araştırdığımızda bugünkü ile Atina demokrasisi arasında fark görülmeyecektir.

Burjuva demokrasinin en geliştiği Avrupa ülkelerinden İsviçre’yi ele alalım: Göçmen işçilerin çocukları İsviçre topraklarında doğduğunda babası işçi oturumluysa o da o hakka sahip oluyor. Böylelikle seçme ve seçilme hakkına sahip olmuyor ve kendi hakları için ona belirlenen statüye göre demokrasi’ den kısmi yararlanabiliyor. Birçok göçmen ailenin durumu da öyledir. Yönetime katılım düzeyi yoktur. Zenginlik ve yönetim aygıtı bir avuç kapitalistlerin ellerinde. Ekonomi Belli başlı soylu ailelerin kontrollünde bunu derin bir şekilde detaylandırabilir, açabiliriz fakat gelecek dönemde demokrasinin gelişim düzeyini 21. yy. kadar alacağımız için detaylı bir inceleme gerçekleştireceğiz. Bizlerin bugünden demokrasi aracına karşı prensibimiz onu teşhir etmek ve zorlamak olmalıdır.

Marx ve Engels sınıfsız ve sömürüsüz bir toplumu amaçlarken, İnsanlığın gelişim düzeylerini materyalist bir anlayış ile ele aldılar. Onların amaçları proletarya ile oluşacak geçici iktidarla birlikte komünist yaşamı komünler şeklinde yaşamaya ve sınıfsız sömürüsüz toplumların kendi kendilerini yönetmeleriydi. Onlar demokrasiyi bir gelişim aşaması olarak ele alıp her zaman teşhir etmişlerdi. Bizler bu aşamada demokrasiyi bir araç olarak ele alırken, Kapitalistler amaç olarak ele alarak tüm sömürü aygıtlarını bu alanda gerçekleştirirler.

Tekrar Engels’in Ailenin, özel mülkiyetin ve devletin kökeni ‘ne baktığımızda:

”İnsanında bir meta olabileceği, insanı köleleştirmek yoluyla beşerî işgücünün mübadele edilebilir ve sömürülebilir olduğu şeklindeki büyük ”hakikat’ ‘in” keşfedilmesi uzun sürmedi; insanlar mübadeleye başladıktan hemen sonra, kendileri de mübadele edildiler. İnsanlar istese de istemese de etkin olan edilgin olana dönüştü. Uygarlık döneminde en büyük gelişimi yaşayan kölelikle birlikte, toplum sömüren ve sömürülen olarak ilk kez ciddi bir bölünme yaşadı. Bu bölünme bütün uygarlık dönemi boyunca devam etti. Kölelik, antik dünyaya özgür ilk sömürü biçimidir; onu Orta Çağ’da serflik, yakın dönemde de ücretli çalışma izlemiştir. Bunlar uygarlığın üç büyük aşaması açısından karakteristik olan, üç büyük kölelik biçimidir; açık kölelik ve yakın dönemdeki örtülü kölelik daima yan yana var olur ”(onun yanına modern kölelikte bu dönemin varlığıdır.)” Uygarlığın başladığı meta üretimi aşamasının ekonomik karakteristikleri şunlardır:

1. Madeni paranın ve böylelikle nakdi sermayenin, faizin ve tefeciliğin ortaya çıkışı,

2. Üreticilere aracılık eden sınıf olarak tüccarların ortaya çıkışı.

3. Özel toprak mülkiyetinin ve ipoteğin ortaya çıkışı ve…

4. Egemen üretim biçimi olarak köle çalışmasının ortaya çıkışı. Uygarlığa karşılık gelen ve uygarlıkla birlikte kesinkes egemen olan aile biçimi tekeşliliktir, erkeğin kadın üzerindeki egemenliğidir ve toplumun ekonomik birimi olarak tekil ailedir. Uygar toplumun özeti devlettir; örnek olarak geçerli her dönemde istisnasız olarak egemen sınıfın devletidir ve her durumda esas olarak ezilen, sömürülen sınıfın baskı altında tutma makinesidir.”

Demokrasi bizler için bir araç, kapitalistler için amaç ise bizler ezilenlerin safında demokrasiyi geliştirerek toplumların yaşam haklarını kademeli bir şekilde düzelterek, emekçilerin demokrasisini inşa etmeliyiz. Bu demokrasi bizler için yine yeterli olmayacaktır. Yeni toplum yapısını inşa ederken çürümüş demokrasi yapısını da yok etmek yeniyi örgütlerken elbette ki yeni yöntemlerde içerisinde gelişecektir.

Bu durum devrimci mücadelenin ezilen sınıfların nazarında, Komünist parti ile gelişeceği önümüzde durmaktadır. Yaşadığımız her yerde sınıflı toplumları görmekteyiz. Ve her geçen gün sınıflar arası çelişkiler artarak ilerliyor. Kapitalist sistemin demokrasi aygıtını Atina’dan günümüze hiç değiştirmediği ve hatta modern sömürü aracı olaraktan kullandığını yadsıyan Post Marksistler, Bugünün koşullarında proletaryanın gerçekliği ve dönüştürücü gücüyle karşı karşıyadırlar. Bu demokrasi anlayışını ezilen halkların amaçları doğrultusunda kullanırken, Kapitalist demokrasi anlayışını da yok etmek en öncül görevimiz olmalıdır.

Kaynakçalar:

George Thomson: Tarih öncesi ege, ilk filozoflar

Friedrich Engels: Ailenin, özel mülkiyetin ve devletin kökeni

Aristoteles: Poetika, Atinalıların devleti

Chris Harman: Halkların Dünya Tarihi

Homeros: İlyada ve Odessa

Herodotos: Tarih

Platon: Devlet

SYM KOLEKTİF