Aşılama sürecinin başka bir engeli; Patent

Geçtiğimiz yılın başından itibaren hayatlarımızın temel gündemini Covid-19 salgını belirlemeye devam ediyor. Salgın başladığından itibaren salgınla mücadelede birbirinin peşi sıra alınan önlemlerin nasıl yetersiz kaldığına, sağlık sisteminin böylesi bir sürece hazırsızlığına şahit olurken giderek salgınında nasıl sınıfsallaştığını ve bütün sorumluluğun emekçilerin sırtına yüklendiğini geçen süreç gözler önüne serdi. Koronavirüsün giderek emekçi sınıfların hastalığı haline gelmesi şaşırtıcı değil tüm kesimlerce yazılan kaçınılmaz bir sonuçtu.

Büyük tekellerin var olan salgını kendi fırsatına dönüştürdüğünü geçen zamanın verilerine bakarak daha net görebiliriz. Salgınla geçen zaman zarfında işsizlik giderek artarken küçük işletmeler salgına daha fazla dayanamayarak iflas bayraklarını çektiler, çekmeyede devam ediyorlar. Tüm bunlar olurken büyük dev işletmeler çalışmalara devam ediyor ve toplu taşımalarda ki yoğunluk emekçilerin üretimi devam etmeye zorunlu halini gözler önüne seriyor. Son veriler dünyanın en zengin beş yüz insanının servetlerine servet kattığına işaret etmekte. Salgın dünya nüfusunun çoğunluğu için ölüm getirirken, azınlığın ise banka hesapları şişmeye devam ediyor.

İlaç tekellerinin kar hırsı ve patent tartışmaları

Amerikan Forbes dergisinin düzenli aralıklarla açıkladığı “dolar milyarderleri listesi” salgınla ilgili bilinen gerçeği gün yüzüne çıkarıyor, son açıklanan listede 40 sağlık yatırımcısı listeye girdi. Salgınla mücadelede ki başarısızlığın yarattığı tartışmaların sorumlu arayışına girmesi gayet normal, kapitalist sistem çok daha fazla göze batar durumda. Patlak veren aşı krizinin ardında ilaç tekellerinin kar hırsının yattığı, ilaç tekellerinin patent konusundaki ısrarlarının toplum sağlığını nasıl hiçe saydığının aleni göstergeleridir. Aşılama için bulunamayan aşılar patent sahibi bu dev kapitalist güçlerin böylesi salgınlardan kendilerine gelecek için daha çok yarar sağlayacaklarını işaret etmekte.

Salgınla baş edebilmek toplam nüfusun çoğunluğunun aşı olmasıyla mümkün, bu durum aşının toplumsal bir uygulama gerekliliği ve zorunluluğunu koşullamakta iken aşının paralı ve patente tâbi olması salgının önlenmesinde engel teşkil etmekte. Hal böyleyken aşının bedava yapılacağını açıklayan ülkelerin bütün bu sağlık masraflarını vergi, fiyat artışları vb. şekliyle halkın omuzlarına yükleyeceği kaçınılmaz. Kapitalist ülkelerin aşı siparişleri dahi birkaç milyarı bulmuşken patent sahibi firmaların buna uygun üretimi yapamaması gayet doğal bir sonuçtur. Diğer yanıyla sömürge ve yarı-sömürge durumundaki ülkelerin durumu daha da vahimdir. İlaç tekellerinin kar hırsı insanlığı uçurumun kıyısına götürmeye devam ederken süreç bilim alanındaki emeğin metalaşmasının önüne geçmeyi bir bütün emeğin özgürleşmesini koşullamaktadır.

Sonuç yerine

Kapitalizmin çürümüşlüğü ve miadını doldurmuşluğu aşikar olandır, sağlık sisteminin iflas ettiği ve sermayenin halk sağlığı açısından salgından daha büyük bir tehdit olduğunu yaşıyoruz. Çelişkiler böylesine netken emekçi sınıflar ile bütünleşmek, onların bu öfkesini kapitalizme karşı örgütlemek sosyalist hareketin esas görevi ve sorumluluğu olmalıdır.