Kızıl ordu fraksiyon kurucularından devrimci lider Ulrike Meinhof’un aramızdan ayrılışın 45. Yıldönemi.

9 Mayıs 1976’da cezaevinde tecrit altında intihar süsü verilerek öldürülen Meinhof’un o döneme dair yazdıkları, siyasi analizleri ve düşünceleri hala aktüelliğini koruyor. “Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı tercih ederim” diyen Meinhof, hayatını devrime adamış bu uğurda bedel ödemeyi göze almıştı.

Ulrike Meinhof 7 Ekim 1934’te Almanya’nın Oldenburg kentinde dünyaya geldi. Devrimci mücadeleye nükleer karşıtı harekette yer alarak başladı. Aynı zamanda gazetecilik yapan Meinhof, editörlüğünü yaptığı alman sol dergisi „konkret’te“ düzeni ve sistemi eleştirel makaleler kaleme aldı. Radyo’da toplumsal çelişkilere yönelik yayın yaptı, film uyarladı. Meinhof, dönemin çeşitli sol hareketlerinde yer alsada, reformist mücadele ile bir sonuç alamayacağını savundu. “Protesto, bu bana uymuyor, buna karşıyım demektir. Bana uymayan bir şeyin ortadan kalkması için uğraşıyorsam bu direniştir“ diyerek devrimci mücadelede yeni bir evrim açtı. 1970 yılında Andreas Baader’i hapisten kaçıran ekipte yer aldı. Başta ikisi olmak üzere, Gudrun Ensslin de dahil birlikte Kızıl Ordu Fraksiyonu’nu (RAF) kurdu.

Şehir gerillalığı ve sınıf mücadelesi şiarı altında bir araya gelen örgüt, adaletsizliğe, kapitalizme ve sömüreye karşı birleşti. Ürdün’de El Fethi kamplarında silahlı eğitim aldı. Almanya’da birçok eylem düzenlendi.

RAF kuruluş ilanı bildirisinde, şu satırlara yer veriyor:

Yoldaşlar, yanlış insanlara doğruyu anlatmaya çalışmanın anlamı yok. Biz bunu daha önce uzun süre yaptık. Baader’in hapisten kurtuluşu eylemini biz entelektüel gevezelere, korkudan altına edenlere, her şeyin en iyisini bilenlere anlatmaya kalkmadık, aksine halkın potansiyel devrimci kesimine anlattık. Bu eylemi, bunu hemen kavrayabileceklere anlattık, çünkü onlar da zaten hapiste. Eylemsiz sol gevezelik halkın bu kesimlerine hiçbir şey veremez. Halkın buna karnı tok.

Meinhof 15 Haziran 1972’de çok sayıda banka soygunundan, 5 bombalı saldırıda 4 kişiyi öldürmekten yakalandı. Ağır tecrit hücresinde tutulan Meinhof “duyumsal yoksun bırakma” yani her türden algılama farklılığını (gece/gündüz, sessizlik/gürültü vb) azaltma ve yok etmeye, polisler tarafından şiddetli psikolojik işkenceye maruz bırakıldı. Tüm işkencelere rağmen Ulrike Meinhof geri adım atmadı.

Ya sorunun bir parçasısındır ya da çözümün. İkisinin ortasında bir şey yok. Bu kadar basit bu ve yine de çok zor” diyen Ulrike Meinhof tüm işkencelere rağmen direnmekten vazgeçmedi.

9 Mayıs 1976’da Ulrike ve yoldaşları Andreas ve Gudrun hücrelerinde ölü olarak bulundu. Devlet ölümlere “intihar” süsü verdi. Ancak tüm araştırmalar aksini iddia ediyordu. Meinhof ve yoldaşları devlet tarafından katledilmişti.

Uluslararası bir araştırma komisyonu ölüm nedenlerini araştırırken, hazırladıkları raporda şu ifadelere yer verildi:

İncelemelerimiz sonucunda Ulrike Meinhof’un asıldığında ölü olduğu şüphesi doğuran bulgularla karşılaştık. Bu ölüme bir ya da birden fazla kişinin katılmış olduğuna dair çarpıcı göstergeler var. Komisyonumuz Ulrike’nin hangi koşullar altında öldüğüne dair kesin bir açıklama yapma şansına sahip değil. Cezaevi personeli dışında gizli servis elemanlarının da tutsakların kaldığı hücrelere erişmesine imkan tanıyan gizli geçitlerin bulunması her türlü kuşkuya zemin hazırlamaktadır.

Aynı raporda, kendisini astığı iddia edilen havlunun bir insanı taşıyamayacağı ve hemen koptuğu belirlenmişti. Yani Meinhof’un kendini o havluyla asabilmesi mümkün değildi. Doktorların araştırmaları sonucunda Meinhof’un boynunun asılmadan önce kırılmış olduğu ortaya çıkmıştır.  Aynı iddia Almanya Gazeteciler Birliği eski başkanı ve sol-yeşil politikacı Jutta Ditfurth’dan da geldi. Ditfurth yaptığı 6 yıllık çalışmanın ardından gerçeklerin çarpıtıldığını 2007’de yayınladığı Meinhof biyografisinde anlattı. Daha çarpıtıcı olan ise Ditfuhrt’un daha önce hiç yayımlanmamış bir fotorafa ulaşması. Asılı halini gösteren fotoğrafta Ulrike’nin bir ayağının sandalyede olduğu, altının boş olmadığı yani bu biçimde bir insanın intihar edemeyeceği açıkça görülüyor. Buda Meinhof’un asılmadan önce öldürülmüş olabileceğinin ya da baygın hale getirildikten sonra asılmış olacağını kanıtlıyor.

Ulrike Meinhof, 15 Mayıs 1976’da Berlin’de toprağa verildi. Ancak Devlet okadar korkmuş olmalıki, Meinhofun ölümüne bile rahat vermedi. Aynı zamanda 2 çocuk annesi olan Meinhof’un bir kadın olarak silahlı mücadele yürütmesi şaşkınlık yaratıyordu. Üstün zekası ile düşmanı bile etkileyen Meinhof’un beyni doktorlar tarafından ailesinden izinsiz çıkararak incelendi ve 2002 yılında Meinhofun mezarına gömüldü.

İlk defa bir örgüt bir kadın ismiyle, Ulrike Meinhof ile anılıyordu. O devlet içinde örgütün beyini olarak tanımlanıyordu. Sol örgütler içinde örnek bir tabloydu. Çünkü RAF kadın erkek kotasını çoktan aşmış, sınıfsal, toplumsal mücadelesi yanı sıra kadın mücadelesini örgüt içerisinde en önde durarak, inisiyatif alarak veriyordu. Tıpkı RAF’ın içerisinde yer alan bir çok diğer kadın militanları gibi. Silahlı eylemlerin çoğunun kadınlar tarafından yapılması ve devletin onları topluma‚ „tehdit“ gibi göstermeleride, tesadüf değildi. Androsentrizmin baskın olduğu toplumda ve dolaysıyla sol örgütlerdede bu zihniyetin kendini var etmesine karşılık RAF kendi içerisinde cinsiyet eşitliğini kavramış ve sağlamıştır. Üstelik hiçbir kadın çatı örgütlülüğü kurma gereği duymadan.

Yazar Dario Fo’nun ‘Ben Ulrike Bağırıyorum’ başlığıyla kaleme aldığı metinde ifade edildiği gibi, Ulrike Meinhof’u asla öldüremeyeceksiniz. Anısı mücadelemizde hala yaşıyor. Ruhu, benliği, mücadelesi mücadelemize ışık tutuyor:

Asla beni delirtemeyeceksiniz, beni sağlam öldüreceksiniz…Mükemmel bir ruh ve beyinle. Böylece herkes katillerin devleti ve katillerin hükümeti olduğunuzu anlayacak, emin olacaklar… Cesedim bir dağ gibi ağır.. Yüz bin ve yüz bin, ve yüz binlerce kadın kolu bu kocaman dağı kaldırıp omuzlarına alırken sizi yerinden sarsacak müthiş bir kahkaha atacaklar… ve hep birlikte bağıracaklar: Ulrike Meinhof’u öldüremeyeceksiniz.

Düşman faşist egemen Devletler nasıl geçmişte kendine karşı duran, daha yaşanılabilir, sömürüsüz, ezilen ve ezen sınıfları yok etmeye gayret gösteren, her bir bireyi, filizlenen ideoloji ve örgütleri hunharca katlemeye programlıysa bugün de yine benzer saldırılarla karşı karşıyayız. Üretim ve kar’a odaklı  küresel kapıtalizm doğa ve insanı tahrip ediyor. Dünya genelinde ırkçılık artıyor, azınlıkta olan toplumlar yok ediliyor yada ötekileştiriliyor. Özelikle son bir yılda Corona-Pandemi sebebiyle yoksulluk ve zenginler arasındaki kutuplaşma büyüyor.

Krizi fırsata çeviren egemenler ise sol kurumlar üzerindeki baskıları arttırıyor. Naziler Almanya’da hergün toplanabilir ve gösteri yapmalarına izin verilirken, solcuları kısıtlayan yeni kanunlar çıkarıyor, eylemlerde polis şiddetine maruz bırakılıyor.

Meinhof’un sözlerini tekrar etmekte fayda var. Protesto etmek bir şeye karşı durmak demektir. Ama sorunu ortadan kaldırmak içinse direnişe geçmek gereklidir. Yani sisteme karşı gelen her birey ve sol kurumlar her nezaman protestoyla yetinmeyip direnişe geçer, egemenlerin belirlediği „protesto“ alanının dışına çıkar, işte asıl o vakit teori ve pratiği birleştirmiş ve mücadelenin asıl anlamını kavramış ve uygulamışızdır demektir.

Socialist Youth Movement