ELEŞTİRİ ÖZELEŞTİRİYİ NASIL ELE ALMALIYIZ ? – Ruhi Poyraz

Değişmeyen tek şey değişimin ta kendisidir. Muhtemeldir ki diyalektik ile tanıştığımızda hepimizin duyduğu ilk cümle bu olmuştur. Ancak nedir şeyleri(maddeleri) böylesine değişime zorlayan?  Kendi içerisinde zıtlıkları beraberinde bulunduran şeyler, bunu Politzer’in yaşam ve ölüm örneği ile açıklarsak; yaşam ve ölüm, iki zıt kutup. Yaşamın tam zıttı olan ölüm aslında bağrında yeni yaşamın nüvelerini barındırır. Ölüm sonrası ölü bedenin öğeleri yeni yaşamı doğurmak için dönüşür ve örneğin toprak için gübre olaraktan toprağı daha verimli hale getirebilir. Ve bu döngü böylece sürer gider. Öyleyse şöyle demek yerinde olacaktır, çelişkiler şeylerdeki gelişmelerin-ilerlemelerin motor gücüdür, çünkü yaşam ve ölüm gibi iki zıt kutup birbiri içerisinde yer almasaydı bir hareketten bahsetmek söz konusu olmayacaktı. Çelişkilerin gerekliliğini kısaca bu temelde doğru bir şekilde kavrarsak, karşılaştığımız sorunlara diyalektik bakış açısıyla yaklaşmayı başarabiliriz.

Diyalektiği kavradığımız oranda karşılaştığımız problemleri doğru ele alabilir, çözümü noktasında doğru metot ile yaklaşabiliriz. Problemleri yaşadığımız toplumdan ayrı ele alamayacağımıza göre meselemiz sosyal çelişkileri nasıl ele alacağımız ve somut duruma yaklaşımımızdır. İki tip sosyal çelişme ile karşı karşıya olduğumuzu söyler Mao. Halk içindeki çelişkiler ve sömürülen sınıf ile sömüren sınıf arasındaki çelişkiler. Halk içerisindeki çelişkiler uzlaşılabilir çelişki olarak ele alınırken, burjuvazi ile proletarya arasında ki çelişki ise uzlaşmaz niteliktedir. Çelişkileri iki ana kategoride ele aldığımıza göre farklı kategorilerdeki çelişkilere yaklaşımımız da farklı olacaktır. Mao halk arasındaki çelişkilerin çözümü noktasında şöyle diyor: ‘’İdeoloji bakımından her sorun, halk içindeki her tartışmalı sorun, ancak demokratik metotlarla, müzakere, eleştiri, ikna ve eğitim metotlarıyla çözümlenebilir; zorlayıcı ve baskıcı metotlarla çözümlenemez.’’

Kitlelerin çelişik gördüğü gerçeklik bizde mevcut ise doğal olarak eleştiri konusu olacaktır. Bu anlamda zaman zaman haksız eleştirilere de maruz kalabiliriz. Ancak bizler haksız dahi olsa yapılan eleştirinin maddi zeminine yoğunlaşmalıyız. Eleştirilerin altında yatan maddi zemini doğru bir şekilde ele alıp çözümleyebildiğimiz oranda ileri sıçramayı gerçekleştirebiliriz. Bunun yolu da ne kadar doğru isek en az o kadar mütevazi ve alçakgönüllü olabilmekten geçiyor. Kitlelerden veya dostlardan gelen eleştiriler, ki zaten düşmandan eleştiri gelmez, her ne kadar haksız veyahut da üslupsuz dahi olsa bizleri aşağı çekmek veya karalamak için yapıldığını düşünmemek gerekir. Sorun eleştiri yapan tarafın konu bazında kavrayışında eksiklik olarak ele alınmalı. Karşıtların birliği ve onun birbiriyle çarpışması bilimsel bir varlığın gelişmesini, yenilenmesini sağlar. Bundandır ki çelişkilerimizin çözümü bilimsel yaklaşımla çözülecektir. Eleştiriler irrasyonelse, hem anlayışı bilimsel şekilde mahkûm etmek hem de karşı tarafı bilimsel bakış açısına çekmekle mükellef olduğumuzu biz sosyalistler unutmamalıyız. Bu anlamda en haklı olduğumuzu düşündüğümüz konuyu dahi tartıştırmaktan çekinmemeli, doğru temelde tartışma zeminini ortadan kaldıracak tarzlardan kaçınmalıyız. Eleştirileri maddi zemini temelinde böyle kavrayabilirsek, işte o vakit haksız bir eleştiriyi dahi bir değişim dönüşüm aracı haline getirebiliriz. Böylece eleştiri-özeleştiriyi gerçek bir silah olarak kullanabiliriz.

Eleştiri noktasında diğer bir dikkat etmemiz gereken husus da eleştirinin yapılış tarzı, kullanılan üsluptur. Zaman zaman eleştiriler haklı dahi olsa kullandığımız üslup dolayısıyla ciddiliğini yitirebiliyor veyahut da amacından sapıp başka konuların tartışılmasına vesile olabiliyor. Burada öncelikle kendimize sormamız ve netleşmemiz gereken soru, ‘’Bu eleştiriyi ne için yapıyorum?’’ sorusudur. Mevcut yanlışı giderip doğruyu inşa etme gayesinde netsek şayet doğruyu kavratmanın koşullarını yaratmak da bizlerin elinde. Bu noktada haklılığımız bizi yanıltmamalı, yanlışa düşürmemelidir. Bizler ancak haklılığımızı karşı tarafa kavratabildiğimiz zaman gerçekten bir kazanım elde etmiş oluruz. Üslup bu anlamda karşımızdakinin ilk reaksiyon vereceği nokta olacağından, ses tonumuza dikkat etmeli; kullandığımız kelimeleri ve argümanları özenle seçmeliyiz. Eleştirilerimizde küçük burjuva aceleciliğine düşmemeliyiz. Direk sonuç odaklı yaklaşımlarımız karşı tarafta doğrudan karşıtlık yaratacağı gibi eleştirimizi de amacından saptıracaktır. Eleştirilerimizi gerekirse zamana yaymalı ve bunu bir eğitim çalışması haline getirmeliyiz. Ancak bu hatalara ve olumsuzluklara zamanında müdahale etmemek anlamına gelmemelidir. Doğru zamanda ve yerinde yapacağımız müdahaleler olumsuzlukların kemikleşmesini engelleyecektir.

Son olarak;

Kitleler içerisinde yaygın bir söz olan ‘’Hareketin olduğu yerde ‘’bereket’’ vardır.’’ sözündeki ‘’bereketi’’i eleştiri ile tanımlayabiliriz. Pratik ile ne kadar haşır neşir olursak o oranda gelecek olan eleştiriler de artacaktır. Çünkü yapacağımız hata ya da gözden kaçıracağımız şeylerde de aynı oranda artış olacaktır. Hatalarımıza yaklaşım konusunda Stalin yoldaşın şu sözünü esas almalıyız: ‘’Bir parti, eleştiri ve özeleştiriden korkmazsa, çalışmasındaki hata ve kusurları örtbas etmezse, Parti çalışmasındaki hatalardan ders çıkararak kadrolarını eğitirse ve hatalarını zamanında düzeltmeyi bilirse, yenilmez bir parti haline gelir.’’. Bu temelde yolun başında olmasak da henüz yolumuz uzun, farklılıklarımızı ayrılmanın değil birleşmenin aracı haline getirecek bir eleştiri özeleştiri mekanizması yaratmalıyız.

Ruhi Poyraz